NUR CEMMATİ
Nurculuk, Said-i Nursi'nin risalelerinde açıkladığı fikirlerine dayanan, 20. yüzyıl başlarında doğan İslami hareket. Said-i Nursi kendisini izleyen talebelerini ifade etmek için Nurcu kelimesini kullanmıştır.[1]
Mensupları Said Nursi'nin risalelerinde yazdığı fikirlerine ve dünya görüşüne uyarlar, Sünni İslama bağlıdırlar. Nur Cemaati, bir tasavvuf tarikatı değildir. Başlıca esası Said Nursi'nin yazılarının (Risale-i Nur) okunması ve yorumlanmasına dayanır.
Said-i Nursi tarafından yazılan 130 bölüm 6000 sayfadan oluşan Nur Risaleleri'ni okuyan, risalelerdeki fikirleri benimseyenlere ve daha ötesinde risaleleri başkalarının da okuması için çoğaltıp dağıtan ve bu amaç doğrultusunda dini kurslar açanlara Nurcu denir. Tasavvuf tarikatlarında oduğu gibi şeyhten el alma, şeyhin postuna oturmanın olmadığı, bir şeyhin mutlak hakimiyeti yerine şûraya, kararların danışmayla alınmasına önem verildiği izlenimi edinilmektedir.[2] Tarikatlardaki şeyhe mutlak bağlılık akidesi yerine kıdemli ağabeylerin kararlarına hürmet etmeyi gerektiren yazılı olmayan bir hiyerarşinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu hiyerarşide Ağabeyler üst, Şakirtler (din eğitimi alan öğrenciler, talebeler) asttır. Nur Risaleleri'ni başkalarının okumasını sağlamaya ve risalelerdeki dünya görüşünü duyurup taraftar toplamaya Hizmet denir. Bu açılardan klasik tarikat bünyesinden farklılıklar gösterirler.
Nurculuk, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından 20 Eylül 1965 tarihinde alınan kararda ceza yasasının 163. maddesine göre suç kabul edilmiştir.1991 yılında 47. Yıldırım Akbulut hükümeti döneminde karara esas teşkil eden Türk Ceza Yasası'nın 163. maddesi kaldırıldığı için Yargıtay kararının da işlerliğini yitirdiği savunulmuştur. Artık risalelerin okunması, yayınlanması, satılması ve ücretsiz dağıtımı serbestçe yapılmaktadır.
Bölünmeler ve Kopmalar
Said-i Nursi 1960 yılında öldükten sonra şuan "ağabeyler" denilen gurubun hocası hükmünde olan Hüsrev Altınbaşak ile bu kişiler arasında bir ayrılık meydana gelmiştir. Bu kişiler Zübeyir Gündüzalp'i kendilerine yeni üstad (önder) olarak belirlediler. Kalanlar ise Hüsrev Altınbaşak'a tâbi oldu. Hüsrev Altınbaşak ve çevresindeki grup, risalelerin latin harfleriyle basılmasına karşıydı, bunun yerine el ile ve islam harfleri ile yazılması ve islam harfleri ile okunması taraftarıydı. Kendilerine delil olarak da 18. lem'a'da bahsedilen Hz. Ali'nin sözleri, şeker mektubu, yazı mektubu ve Risale-i Nur'da bulunan başka bölümleri gösteriyorlardı. Böylece Nurculuk, halk arasında Yazıcılar ve Okuyucular diye tabir olunan iki gruba ayrıldı.[4] Yazıcılar islam harflerini ibadet görerek, risaleleri islam harfleri ile yazdıklarından dolayı halk arasında yazıcılar ismini almışlardır. Okuyucalar grubu latin harfleri ile matbaada risalelerin seri olarak çoğaltılıp yayılmasından yanaydı. Said-i Nursi hayattayken bile, böyle bir bölünmeye sebep olmak isteyenlerden şöyle bahseder:
Gizli düşmanlarımız iki plânı takib ediyorlar. Biri beni ihanetlerle çürütmek; ikincisi, mabeynimize bir soğukluk vermektir. Başta Hüsrev aleyhinde bir tenkid ve itiraz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır. Ben size ilân ederim ki; Hüsrev'in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünki şimdi onun aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Risale-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir. [Şualar, Osmanlıca asıl nüsha 540, Latince çeviri nüshası 444]
Hüsrev gibi bir nur kahramanından, benim yerimde ve Nur’un şahs-ı manevisinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasından hiçbir cihetle gücenmemek elzemdir. [Şualar, Osmanlıca asıl nüsha 527, Latince çeviri nüshası 428. Alıntı osmanlıca asıl nüshandan çevrilerek alınmıştır.]
1982 yılında anayasa referandumunda Okuyucular arasında bir bölünme daha oldu. Anayasa'ya evet diyen gruba Şûracılar, hayır diyen ve Yeni Nesil gazetesi ile temsil edildiği söylenen gruba ise Gazeteciler denildi. Günümüzde Yazıcılar grubunun etkinliği daha azdır. Fethullah Gülen önceleri Okuyucular grubuyla ilişki içindeymiş gibi görünürken daha sonra bağımsız hareket etmeye başlamıştır.
1996 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açıklanan raporda Nurculuk tarikanın kolları ve faaliyetleri şu şekilde açıklanmıştır[5]:
- Yeni Asya Grubu (Yeni Asya Gazetesi, Gazeteciler, Mehmet Kutlular Grubu)
- Şura Grubu (Mehmet Kırkıncı Hoca, doğu illerinde faaliyet gösteriyor)
- Fethullah Gülen Grubu (Fethullah Gülen önderliğinde, banka, gazete, televizyon, vakıflar, okullar ve kurslar ile faaliyetlerini sürdürüyor.)
- Mehmet Kurdoğlu Grubu (Mehmet Kurdoğlu önderliğinde Orta Anadolu bölgesinde etkin. Kendilerine ait dershanelerde Nur Risalelerini okutuyorlar.)
- Med-Zehra Grubu (Muhammed Sıddık Dursun'un önderliğinde, Marifet Eğitim dayanışma Vakfı çerçevesinde Güneydoğu Anadolu'da etkinler. Said-i Nursi'nin Kürt olmasını öne çıkarırlar.)
Hoca Efendinin Hayatı
Erzurum'un Pasinler ilçesi Korucuk Köyü'nde doğan Gülen'in babası Ramiz Bey cami imamı, annesi Rafia Hanım evhanımıdır. Gülen; altısı erkek, ikisi kız, sekiz kardeşin ikincisidir. İlkokul, ortaokul ve imam hatip lisesini dışarıdan bitiren Gülen, Osman Bektaş'tan din eğitimi almıştır.[2]
Erzurum Komünizmle Mücadele Derneğinin kuruluşunda bulunmuştur.[3]
Askerlik öncesi ve sonrasında Edirne Üç Şerefeli Cami'de toplam 4 yıl süre ile imamlık yaptı. Askerlik hizmetini Ankara Mamak ve İskenderun'da tamamladı. Edirne'deki görevi sonrası Kırklareli'ne tayin olup bir yıl vaizlik yaptı. 1966'da İzmir'e vaiz atanan Gülen, Kestanepazarı Camii'nde vaazlar verdi, Kur'an kursu yöneticiliği yaptı. Gezici bölge vaizi görevi ile 1971 yılına kadar Ege Bölgesi'nin çeşitli il ve ilçelerinde vaaz ve sohbetlerde bulundu. Edremit'in Suturen, Kemalpaşa'nın Ören ve Yiğitler ile Manisa'nin Turgutlu ilçesinin Ahmetli bucağında Said-i Nursi öğretilerinin belletildiği kamplar kurdu.[4]
1971 yılında 12 Mart muhtırası döneminde Türk Ceza Yasası'nın 163 maddesinde tanımlanan irticai çalışmalarından dolayı ilk kez mahkemeye çıkarıldı ve 3 yıl hapis cezası aldı. 54 sanıklı dava iddianamesinde Hv. Hakim Bnb. Nurettin Soyer, sanıklar aleyhinde "Laikliğe aykırı olarak devletin içtimai, iktisadi, siyasi, hukuki temel nizamlarını kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare etmek, böyle cemiyetlere girmek veya girmek için başkasına yol göstermek" suçlamasında bulundu. Askeri Yargıtay 3. Dairesi temyiz isteğini "hakkında tesis edilen mahkumiyet hükmünde, usul, kast, subut, vasıf ve uygulama yönlerinden bir isabetsizlik görülmediği" şeklinde karar vererek reddetti. İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nin 20.9.1972 gün ve 3/36 sayılı kararıyla Türk Ceza Yasası'nın 163. maddesine muhalefetten verilen karar Askeri Yargıtay 3. Dairesinin 1973/146-242 sayılı kararıyle mahkûmiyete dönüştü. 1974 yılında Bülent Ecevit'in Başbakanlığındaki 37. hükümet döneminde çıkarılan af kanunuyla mahkûmiyet kararı af kapsamına girdi. 7 ay tutukluluktan sonra serbest kalan Gülen, Balıkesir'in Edremit ilçesi ve Manisa ilinde vaizlik görevlerine devam etti. Daha sonra İzmir'in Bornova ilçesi vaizliği görevine atandı.
1980 askeri ihtilalinden sonra İzmir ve Ege Ordu Sıkıyönetim Komutanlıkları tarafından yakalanma emri yayınlandı.[5] Aynı tarihte İzmir'i terk etti. Anadolu'da çeşitli illerde dolaştı, dost ve akrabalarını ziyaret etti. 20 Mart 1981 tarihinde vaizlikten istifa etti. 12 Ocak 1986 tarihinde Burdur'da tutuklandı. Sorgulandı ve İzmir'e getirildi burada serbest bırakıldı. Serbest bırakılmasının ardından 1986'da İzmir Emniyet müdürlüğünden aldığı pasaport ile hacca giderek hac görevini yaptı.[6] 1989'da İstanbul ve İzmir'de "fahri" olarak vaazlarına yeniden başladı. 1992 yılına kadar bu vaazlarını sürdürdü. [7]
1990-1999 yılları arasında dönemin Başbakanları Turgut Özal, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ile bir veya birden fazla görüşmeler yaptı. Bu ziyaret ve görüşmeleri basında tartışıldı.[8]